Yengenizin inadı memleketi batıracak!

Ver diyorum, vermiyor. Dilimde tüy bitti yalvarmaktan. Bir şey olmaz, diyorum. Çok güzel olacak diyorum ama asla yanaşmıyor. O benim en değerli varlığım, o benim namusum, o benim alınterim, diyor da başka bir şey demiyor.
– Yahu, diyorum, bak memlekette büyük kriz var. Gel bırak şu inadı. Ver şu altınları. Yoksa memleket batacak.
– Koskoca memleket benim iki altınımla mı kurtulacak?
– İki senden, üç ondan, bir bundan… Böyle olur zor zamanda devlete sahip çıkmak.
– Koskoca devlet benim iki altınıma göz dikeceğine kendisi altın bassa olmaz mı?
– Yahu, hepten almıyor, el koymuyor ki… Ödünç alıyor.
– Ne zaman geri verecek?
– Ne bileyim, mesela iki sene sonra.
– İki sene sonra altının fiyatı iki katına çıkacak.
– İyi ya, aradaki farkı da verecek, geri teslim ederken.
– Sen de bana öyle demiştin beni kandırmaya çalışırken.
– Ne demiştim yahu, farkını da vereceğim mi demiştim.
– Ona benzer bir şey. Sarı liralar takayım gerdanına demiştin.
– Takmadım mı?
– Taktın, taka taka bir kırmızı kurdelede kulplu tek bir reşat.
– Hani sende dört tane vardı.
– O üçünü ben semt pazarında pazarcılarla çataçat kavgayla indirim yaptırıp kuruş kuruş toplayarak kendim yaptım. Kimselere veremem.
– Yahu memleket batacak diyorum.
– Benim iki tane altınımla mı kurtulacak?
– Senden iki, ondan üç tane, öbüründen çeyrek, böyle böyle olacak işte.
– Karşılığında ne verecek?
– Sertifika?
– O ne be?
– Şu insandan bu kadar altın aldım diye bir belge.
– Belge ne?
– Böyle resmi damgalı, mühürlü bir kâğıt, resmi evrak, senet gibi bir şey.
– Kâğıt bu, yelde uçar, nemde çürür, ateşte yanar. Altını toprağa gömsen bile yıllarca bir şeycik olmaz.
Dedim ya, yengenizin inadı inat. Ne yapacağımı şaşırdım. Kriz aldı başını gidiyor. Memleket elden gidiyor ama yengenize laf anlatamıyorum. Ne yapsam ne etsem, ikna edemedim bi türlü. Devlet büyükleri başka bir çare bulsa daha iyi olur sanki.