Kırmızıyı severler…
Severler de… Sevdiklerine böyle yapıyorlarsa sevmedikleri nerelere kaçıp gitsin!
Bu bir ‘kırmızı’ öyküsü… Bundan 500 yıl önce Trakya’da üretilip kökleri mimariden tekstile pek çok alanda boya hammaddesi olarak kullanılan ‘rubia tinctorum’un öyküsü… Rubia tinctorum, Anadolu kaynaklı bir bitki. İlk olarak Manisa’da yetiştirildiğine ilişkin bulgular var. Hatta Anadolu’da boya çili, boyalık kökü, boya pürçü, boya sarmaşığı, kuş dolaştıran otu, dil karartan gibi adlarla biliniyor.
Ancak bu bitki o zamanın başkenti Edirne’ye getirildiğinde bir mucize olmuş. Trakya toprağı, ‘rubia tinctorum’u adeta baştan yaratmış. Böylece ‘Edirne kırmızısı’ rengi ortaya çıkmış. Hatta rengin ünü, sınırları aşmış, tüm dünya onu ‘Türk kırmızısı’ diye adlandırmış.
Bir şey bu kadar ünlendiğinde ona sahip olanların başına iki şey gelir: 1. Zenginlik ve kudret elde ederler. 2. ‘Hazinelerini’ çaldırırlar. Bu topraklarda genellikle ikinci kural geçerlidir.
Fransa’ya kaçırdılar
Nitekim 1700’lerde Avrupa’da tekstilin bir sanayi koluna dönüşmeye başlamasıyla ‘Türk kırmızısı’nın sırrına ermek Avrupalı için bir hayat memat meselesi haline geliyor. ‘Türk kırmızısı’nın peşine casusları takmışlar. Hangi bitkiden, nasıl üretiliyor, öğrenmek istemişler. Sonra bu da yetmemiş, tekstil tarihindeki belki de ilk teknoloji transferlerinden, beyin göçlerinden biri yaşanmış. Fransız gezgin ve ‘girişimci’ Claude Flachat, 1740 yılında rubia tinctorum bitkisini, İstanbul’dan iki kalaycıyı, İranlı bir eğirmeciyi, İzmirli bir hallacı, iki Ermeni mordan ustasını ve iki de Edirneli boyacıyı Fransa’ya götürerek Lyon yakınlarında bir ‘Türk kırmızısı’ boyahanesi kurmuş.
Sanayinin tercihi
Öykünün sonrası bol savaşlı yıllara denk geliyor. Avrupa sanayide yükselirken Osmanlı’nın zanaatkarlarını bile cephelere göndermesi, usta-çırak zincirinin kırılması, üretim yöntemlerinin unutulması… Modern Türkiye kurulduğunda Avrupa ile arada belki 300 yıllık bir teknoloji ve üretim uçurumu vardır. Bunu kapatmak için atılan hızlı adımlar arasında rubia tinctorum’u yeniden canlandırmak yoktur, ne yazık ki! Zira teknolojisi Batı’dan ithal edilen tekstil sanayi artık kimyasal tabanlı hammaddeler kullanıyordur.
‘Bırakınız yapsınlar’ dönemine gelindiğindeyse daha da korkunç bir şey olur ve rubia tinctorum ekilecek bereketli topraklara kimyasal hammaddelerle çalışan fabrikalar dikilir. ‘Türk kırmızısı’na kanını veren topraklar zehirlenir, dereler kapkara akmaya başlar.
Mikrop tutmuyor
“Bu öyküde hiç mi güzel bir şey olmayacak?” diyen sabırlı okur, ne yazık ki daha da sabırlı olman gerek! TEMA’nın kurucularından Nihat Gökyiğit’in eşinin adını taşıyan Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nde ‘rubia tinctorum’ ekimi, tohumu yaşatmak adına sürdürülüyor. Gazeteci Orkun Akman, ‘Edirne kırmızısı’nın izini sürerken yolu Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’ne düşüyor ve kökleri Trakya Üniversitesi’ne getiriyor. Şimdi üniversitenin Balkan Yerleşkesi ve Havsa Meslek Yüksekokulu’na ait arazilerinde bin kök ‘rubia tinctorum’ boy veriyor. Antifungal ve antibakteriyel özelliklere sahip olduğu bilimsel araştırmalarca kanıtlanmış, üstelik üretim ve boyama sürecinde çevreyi kirletmeyen bin kök ‘rubia tinctorum’!
Ve tabii öykünün asıl can alıcı bölümü buradan sonra başlayacak. Tekstil sanayi, kimyasal tabanlı boya hammaddelerini terk edip ‘köklerine’ dönebilecek mi? Trakya toprakları yeniden ‘Türk kırmızısı’na kanını verirken Ergene berrak sularını denize bırakacak mı? Kırmızıyı gerçekten seviyor muyuz?